
Türkiye’nin gündemine son haftalarda düşen *sahte diploma skandalı*, yalnızca birkaç kişinin hileli belge almasıyla sınırlı bir mesele değil. Bu olay, yıllardır uyarı sinyalleri veren eğitim sistemimizin aynası gibi. Birkaç gün konuşulup unutulacak bir haber değil; aksine, toplumun geleceğini doğrudan etkileyen bir güven krizinin somut örneği.
Bir zamanlar diploma, yıllarca verilen emeğin, sabrın ve bilginin nişanesi sayılırdı. Şimdi ise, bazıları için internetten alınabilen bir kâğıt parçasına dönüşmüş durumda. Bu durum yalnızca o sahte belgeyi kullananları değil, gerçek emek vererek mezun olanları da değersizleştiriyor. “Herkes yapıyorsa ben de yaparım” anlayışı, liyakat kavramının altını oyan en tehlikeli zihniyetlerden biri.
Peki bu noktaya nasıl geldik? Öncelikle eğitim, uzun zamandır “içerik”ten çok “biçim” üzerinden değerlendiriliyor. Ezberin yarıştırıldığı, sorgulamanın cezalandırıldığı, üniversitelerin tabela haline geldiği bir ortamda, diplomalar zaten kağıt üzerinde prestijli ama içeriği boşalmış belgeler haline geliyor. Üstüne bir de denetimsizlik eklendi mi, sahtecilik kaçınılmaz oluyor.
Bu skandal bize iki şeyi net gösterdi:
1. Eğitimde kalite güvence mekanizmaları neredeyse yok denecek kadar zayıf.
2. Liyakatın yerini ilişkilerin aldığı bir sistemde, dürüst olanlar hep kaybediyor.
Çözüm? Öncelikle, eğitim kurumlarının dijital ve fiziki tüm diplomalarının doğrulama sistemleri şeffaf şekilde erişilebilir olmalı. İkincisi, öğretim kalitesi denetimleri göstermelik değil, uluslararası standartlara uygun şekilde yapılmalı. Ve en önemlisi, toplumda “kısa yoldan köşe dönme” övgüyle karşılanmaktan çıkarılmalı.
Çünkü unutmayalım: Sahte diploma sadece bir kişinin değil, tüm ülkenin geleceğini çalar. Gerçek eğitim ise, kâğıt parçasından çok daha fazlasıdır; karakteri, toplumu ve yarını inşa eder.
